Şiirin Bir Müziği Olmalı



Daha önce yayınlanan ‘Gümüş Güneşin Sarhoş Kızı’, ‘Üzerime Gölgen Düşmüştü, Sen Güneştin’ ve Bir Şey Var Unuttuğum Çocuğum’ adlı kitaplarından sonra çıkardığı ‘LA’ adlı şiir kitabıyla edebiyatın sihirli dünyasında bir kez daha yerini sağlama alan Şirin Parkan ile son kitabı, yaşamı ve düşünceleri hakkında söyleştik. Keyifle okumanız dileğiyle…

Tıp doktoru, tiyatro oyunculuğu, yönetmen yardımcılığı, yazar ve şair... Bunlar sizin hakkınızdaki bildiğimiz şeyler. Peki ya bilmediklerimiz? Kendinizi biraz tanıtabilir misiniz öncelikle? 

Tıp doktoru, evet doğrudur. Kendimi oyuncu olarak da tanımlıyorum, ama yönetmen yardımcılığı -zaten adı üstünde yardımcı, daha yolda olan bir şey tanımlıyor- o pek ben değilim artık. Bir dönem yönetmen yardımcılığı yaptım, bir televizyon dizisinde 92-93 yıllarında. Tıp fakültesini yeni bitirmiştim ve doktor olarak çalışıp çalışmama konusunda kararsızdım.  O zaman aslında her şeyden çok filmler çekmek istiyordum. Şiir yine yazıyordum. Şiir sekiz yaşından beri yazıyorum. Ama hiçbir zaman yayınlanacaklarını düşünerek yazmadım. Şiir yazmak iç dünyanızı açtığınız, aslında çırılçıplak kaldığınız bir şey. O kısmı beni ürkütüyordu, hâlâ ürkütüyor. Kitap basılmaya yakın, hatta basıldıktan sonra uzun süre, yani herkesin alıp okuduğunu düşündüğüm zaman ben okuyamıyorum. Bazı talihsiz olaylar sonucu sinema sektörünü bıraktım, aslında küstüm diyebiliriz. Ama yıllar sonra sadece zevk için oyuncu arkadaşlarımla bir kısa film yaptık. Senaryosunu ben yazdım ve yönettim. Deneysel bir çalışmaydı. Çok keyifliydi, ama bu işin güçlüklerini bana bir kez daha hatırlattı. Sinema ekip ve sektör işidir. Hayal ettiğiniz her şeyi hayal ettiğiniz gibi yapamayabiliyorsunuz. Ya da ben o kadar ısrarcı olamıyorum belki de. Sonuç olarak o işin bu gibi pragmatik nedenlerle bana uygun olmadığına karar verdim. Oyunculuk üniversitenin tiyatro topluluğunda başladı. Çok iyi çalışan bir ekiptik biz, -İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu- beni her anlamda çok zenginleştirdi. Oyunculuğa daha sonra Şahika Tekand ile Stüdyo Oyuncuları'nda devam ettim. Doktor, şair ve oyuncuyum, evet.



“LA” adlı şiir kitabınızdan bahsetmeden önce sizle ilgili merak ettiğimiz şeyleri sormak istiyorum izniniz olursa. Yazar ve şairlerin eser verebilmek için özverili bir çalışmaya ihtiyacı olduğunu ve bu yüzden birçok şeyden kendilerini kısıtlayıp yazmaya zaman ayırdıklarını biliyoruz. Yazma serüveni sizin hayatınıza neler kattı, hayatınızdan neler götürdü? Bu yolculukta feda ettiğiniz şeyler oldu mu? 

Bir şeyler kattı, hiçbir şey götürmedi bence. Bu dediğiniz zaman ayırma biraz daha roman, araştırma vesaire gibi yazın türleri için geçerli. Mesela çok istememe rağmen hiçbir zaman bir roman yazamadım. Roman için gerçekten bir süre kapanmak gerekiyor. Her gün işe gitmeyi bir kenara bırakın birisiyle aynı evde yaşamak bile onun gerektirdiği konsantrasyonu engelliyor. Ben yaşamak için para kazanmak zorunda olan bir insanım. Çalışmadan bir gelirim yok. Meslek olarak da doktorluğu seçmiş bulundum. Dolayısıyla her gün gittiğim bir işim olmak zorunda. O yüzden öykü, şiir gibi iki-üç saatlik yoğunlaşma süreleri yeterli olan yazın türleri üzerinde çalışabiliyorum. Zaten hep çok okuyan ve okumayı seven birisiydim. Bu anlamda harcadığım mesai kayıp değil benim için. Getiri; okuyarak zenginleşme, yazma sürecinde müthiş bir içsel yolculuk. Çok keyifli, içini keşfetmek gibi..  Ama bakın şimdi; şöyle bir götürüsü oluyor olabilir; bazen acaba şöyle bir güçlük yaşıyor muyum diye düşünüyorum? Duygu zenginliğine çok ihtiyaç duyuyorum. Deneyimler, çeşitlilik. Bazen kendimi göz göre göre uçurumlardan attığım oluyor. Bazen acaba bunları yazabilmek için mi yapıyorum diye düşünüyorum. 


Bizim ülkemizde şairler sadece şiir yazan kişi olarak düşünülmüyor, aslında pek çok meslek dalında bu böyle. Farklı şeyler yapma ihtiyacı duyuyoruz. Sizce de böyle mi olmalı? Çevrenizde şair kimliğinizi de öğrenen insanların ne gibi tepkileriyle karşılaşıyorsunuz? 

Aslında bu soruyu daha önce cevaplamış oldum. Şiir içte taşınan bir şey, içimizde büyüyor, gelişiyor. O yüzden hayatın içinde olmak bir engel değil, zenginlik. İnsanlar ilgi duyuyor bir yandan, ama kitapları gidip alan çok az, bence alanların büyük kısmı da okumuyor.

Sizce şiir edebiyatın neresinde? Hayatımızın neresinde? Bir duygunun, yazının en derin dile getirme biçimi olarak günümüzde hak ettiği yerde mi? Bir şairin şiirlerini ortaya çıkarma yolunda karşılaştığı sorunları ne olabilir? Ortaya çıkan sonuç buna değer midir? 

Edebiyat aslında şiirle başlamıştır. Sözlü edebiyatla başlamıştır ve sözlü edebiyat şiirdir, şiirseldir. Çalışırken tutulan ritimde, büyülerde, dualarda başlamıştır.  Şiir dili, müzik, ritim ve düş niteliği taşır. Dolayısıyla düşlerimizdedir, yaşam enerjimizdedir, vücudumuzda yaşam enerjisi neredeyse oradadır. Günümüzde hem hak ettiği yerdedir, hem değildir. Hak ettiği yerdedir derken, şu anlamda diyorum, şiiri hak eden bir dönemde yaşamıyoruz. Hele yeni kuşak şiirin çok uzağındadır. Genellemelere karşıyım aslında, okuyan ve şiir seven gençlerimizi dışında tutuyorum,  ama dönemsel belirleyiciler oluyor. Yine yaşam koşullarıyla, sosyal ve kültürel değişimlerle bağlantılı.. Bir şairin şiirini ortaya çıkarma yolunda karşılaşabileceği en temel sorun klişe söylem sorunudur bence. Yeni bir şey söylemek zorundayız. Ya da farklı ifade etmek, yeni bir biçimde söylemek zorundayız. Sanatsal üretim bunu gerektiriyor. Yoksa duyguların yüz yıllar içinde çok değiştiğini sanmıyorum. Aşk yine aşk, acı yine acı, aslında benzer şeyler yaşıyoruz. Ama yeniyi söylerken de ortaklaşabilmemiz gerekiyor. Karşımızdaki bizi anlayabilmeli. “Evet, anladım, biliyorum, işte tam da bu, ne güzel ifade etmiş”  demeli. Ya da “hiç böyle düşünmemiştim, aslında doğru” demeli, ya da en azından etkilenmeli, onu soru sormaya yöneltmeli söylediğimiz şey, şöyle bir durup kendine, sağına soluna bakmalı. Bir de şiir düz yazı olmamalı. Şairlerin güçlüklerinden biri de bu. Şiirin bir müziği olmalı.

Sizinle Kafekültür’ün kadınların sesini duyurabilmek amacıyla hazırladığı projelerde öykülerimizle, yazılarımızla, duygularımızla yer aldık. Bu size ne hissettirdi? Her geçen yıl gittikçe artan kadına karşı şiddet olayları ve bunu önleme çabaları hakkında neler düşünüyorsunuz? 

Kadınlar için kadınlarla birlikte bir şeyler yapabilmek elbette çok güzel, ayrı bir anlamı var. Ülkemizde bugün kadın olmanın, yazan bir kadın olmanın nasıl bir his olduğunu bunu yaşamayanın hayal etmesi çok güçtür. Çünkü gözle görülen bariz şiddet dışında bir de sürekli maruz kaldığınız gizli şiddet var. Konumlandırmayla ilgili daha çok söylemek istediğim, size doğrudan söylenmese de karşınızdakilerin zihninde olduğunu bildiğiniz bazı şeyler, hani yüzümüze söylemeseler de korktuğumuz, oto sansüre yol açan şeyler vardır ya; bu tür şeylerin bizi yönettiğinin biz bile farkında olmayabiliriz. Seçtiğimiz yaşam biçimlerini seçerken ne kadar kendi gerçek tercihlerimize göre ne kadar aslında bilinçaltımıza işlemiş korkularla tercihler yaptığımız üzerine düşünmeliyiz. Haberlerde ya da sokaklarda gördüğümüz polis tanklarının aslında farkında olmadan bizi nasıl susturduğunun farkına varmak gibi bir şeyden bahsediyorum.  Kadınlara uygulanan şiddet de hekimlere uygulanan şiddet de son yıllarda arttı. Bunun son dönem izlenen politikayla bağlantısını kurmak güç değil. Gizliden verilen destek şiddet uygulayıcıları cesaretlendiriyor. Herkes gibi ben de bu duruma çok üzülüyorum, endişe ediyorum ve kınıyorum. Ama cesaretimizi kaybetmemiz gerektiğini ve sadece bireysel eylemlerle değil bir araya gelerek, toplu hareket ederek daha güçlü olacağımızı düşünüyorum.

Bir şair ve yazar olarak okuyucudaki etkinizin nasıl olmasını istersiniz? Sizin samimiyetinize mi inansınlar, kaleminizdeki duyguya mı, kurguya mı? Esas olarak anlatmak istediğiniz nedir? 

Samimiyetime tabii ki.. Duygu zaten gerçekse samimidir. Kurgu onu iyi ifade edebilme yolunu bulmakla ilgilidir. Samimiyet benim için çok önemli bir kelime. Hayat boyu gerçek olanın, samimi olanın peşinden koştum diyebilirim. Ama bunu söylerken de şunun altını çizmek istiyorum: benim samimi dediğim, herkesin samimi dediğiyle aynı şey olmayabilir. Bazen çok samimi davranıyor gibi gözüken bir insan aslında kendine karşı dürüst olmayabilir ve bunun farkında bile olmayabilir. Ben kendini sürekli sorgulayan, eleştiren ve ezberci olmayan bir insanım. Bazı insanlar kendini çok beğenir. Hiçbir şeyi çok harika yaptığımı düşünmüyorum. Ne kadar şahane bir insanım diye de hiç düşünmüyorum. Benim için gerçek ve doğru hep sallantıdadır, içimde sürekli sorgulanır, benim özelliğim bu. Benim şiirim de oralarda bir yerde.

Yazmaya ne kadar vakit ayırabiliyorsunuz? Bize yazdığınız ortamlardan biraz bahseder misiniz? Nerede, günün hangi zaman diliminde, nasıl bir atmosferde ve nasıl bir ruh hali içinde yazıyorsunuz?

Aslında çok disiplinli bir insanımdır ben. Her gün düzenli yapmaya çalıştığım şeyler vardır. Günü rastgele geçirmemeye çalışırım. Zamanı çok iyi değerlendirmeye çalışırım. Mesleğim dışında bir şeyler yapabilmem ancak bu sayede mümkün çünkü. Bırakırsam ipin ucunu zaman akıp gider endişem vardır hep. O yüzden yazmaya da her gün belli bir zaman ayırmaya çalışıyorum. Peki her gün ayırabiliyor muyum, tabii ki hayır. Kaybolup gittiğim dönemler olur benim. Ardından toparlanıp üst üste günlerce çok iyi çalıştığım dönemler. Şiir yazmaya genelde “hadi bir şiir yazayım” diye otururum. Kendime yazmak için ayırdığım o zaman diliminde. Sonra öyle dururum. Uzun süre. Sanki meditasyon gibi. Uzun süre hiçbir şey düşünmemeye çalışırım. Biraz terapi seanslarına benzetebilirsiniz bunu. Oradaki sessizlik anları gibi.. Ve sonra içimdeki kadın konuşmaya başlar.


Gelelim “ LA” adlı şiir kitabınıza. Müziğin işareti, alfabesi; sizin de deyiminizle LA sesinde bir nota. Okurun bu şiirle kurması gereken bağ nedir? Son zamanlarda popüler kültürün etkisiyle yazılan sayfalar dolusu bir romanda okura geçmeyen duyguyu şiirde tek satırda anlatılabilmesi neden olabilir? 

Hani kediler bazen böyle derin bir içlerini çekerler, minik bir ses çıkar. İniltiyle rahatlama arası. La sesinde bir nota o ses. La mıdır gerçekten bilmem, zaten gerçek olmayışı ifade dilindeki çarpıklıkla da vurgulandı. Ama bir iç çekiştir, inleme ile rahatlama arası. Benim için öyle bir seneydi. Yüksek sesle “ah” bile diyemediğim, çok derinde bir acıyla ilgili. Sonra uykuya yatılır. Kedilerin yaptığı gibi. Biraz rüya görülür, mutlu olunur düşlerde. Kulaklar ve bıyıklar oynatılır. Bu kadar. Aslında elimizde kalan sadece budur geriye.

Çağımız artık tamamen bir tüketim çağı haline geldi. Şiir de bunlardan biri şüphesiz. Günümüz okuyucusu sizce de şiire olan ilgisini hızla yitiriyor mu? Bunun önüne geçebilmek adına neler yapılabilir? Genç şair adaylarına neler önerirsiniz? 

Aslında insanların biraz uzun bir şey okumaya tahammül edemediği bir zamanda yaşıyoruz. Sosyal medyadaki fotoğraflara bakarken bile sabırsızlanıyor insanlar, fotoğrafların altlarındaki yazıları bile okumuyorlar, okuyacak sabırları yok. Bir yandan şiir nispeten kısalığı ve nokta atışı olma özelliğiyle sanki çağı yakalayabilir gibi, ama öte yandan sanki insanların şiirin taşıdığı anlamsal derinliğe kafa yormaya bile tahammülleri yok. Ama yine de bu kuşak için çaba harcamamız gerektiğini düşünüyorum. Onları yakalayacak şiir dilini bulmak zorundayız. Her arayış gibi keyifli bir arayış olacaktır. Genç şair adaylarına önerim de şudur; yeni kuşağın dilini bulmaları,  o kuşağın birer temsilcisi oldukları için, bize göre daha kolay; buna kafa yormalılar. Nasıl bir şiir dili bu kuşağı yakalar?

Son yıllarda yaşanılan bir arayış, karışıklık, çeşitlilik dönemi olarak da adlandırabileceğimiz 2000’ler, medyatik olma kaygısıyla, eğer bu olmazsa yitip gidilebileceği düşüncesiyle geçiyor. Siz bunun neresindesiniz? Medyatik olmanın şair ve şiir üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz? 

Evet, zor bir konu bu. Black Mirror’ın alınan beğeni sayısının neredeyse hayatta kalma yolu olduğu bölümündeki gibi bir distopyada yaşıyoruz sanki. Sanal dünya gerçekten sanal kimlikler yaratıyor bir yandan. İnsanlar oldukları gibi değil, gözükmek istedikleri gibi gözüküyorlar.  Yazmakla ilgili serüvenim medyatik olmanın çok uzağında benim için. Kimse okumayacak olsa da şiir yazardım ben. Oyunculuk seyircisiz olmaz. Ama şiir öyle değil. Yazıp bir şişenin içine koyup denize de bırakabilirsiniz. Bir yandan kitap çıkınca bir tanıtım süreci olmalı elbette diye düşünen, bir yandan bunun en basit gereklerini yerine getirirken bile utanan bir insanım ben. Instagram hesabım var. Fotoğraf çok seviyorum çünkü. Facebook daha çok bilgi ve haber kaynağı olarak kullandığım bir alan. bir yandan paylaşım olması güzel. Bir araya da gelinebilir bu alanlarda, güçlenilebilir diye düşünüyorum. Medyayla ilişkim bunlardan ibarettir.

EMİNE EBRU




LA'yı satın almak için

        

ŞİRİN PARKAN imzalı/sürpriz hediyeli Şiir Kitapları Seti'ni hemen satın al