Kimse Fagin’den Kurtulamaz


"Semra Topal'ın metinleri roman bilincimizin önemli eşikleridir."
- Hasan Bülent Kahraman

Semra Topal, henüz dünyaca ünlü değil...

Hâlâ Türk okurunca da çok bilinmemesine rağmen buna aldırmayan tek yazar neredeyse. Semra Topal marjinal bir yazar değil; dünya roman sanatının buradaki izdüşümü nereye düşmesi gerekiyorsa orda duruyor. Bulunduğu yeri sadece yazarak dolduran, Türk romanını sımsıkı sarmalayan bir yazar.

Sakın onu sadece eleştirmenlerin tanıdığı, akademisyenlerin çokça terennüm ettiği, eh okurların da mecburen takip etmek zorunda kaldıkları kuru yazarlardan sanmayın, çok fena yanılırsınız. O ne gümbür gümbür geliyor ne de alkışlanıyor, zaten nefret eder de bunlardan. Altıncı romanını yayınlarken uzaktan bize gülümsüyor, “Fagin” diyerek. Arkasında ağıtlar, ahlar vahlar, Kerouac'lar, Bukowski'ler, Salinger'ler yakmamıza asla izin vermeyecek göreceksiniz. Ve hepimiz zavallı olduğumuzu henüz bilmiyorken günün birinde ondan öğreneceğiz ve hiç kızmayacağız buna...

Fagin  bir  kopuş  mu  ya  da  başlangıç  mı?

Yok  kopuşla  ya  da  başlangıçla  alakalı  bir  durum  değil. Bu  gerçekten  ritimle, duygusal  akışla  ilgili  bir  şey. Ama  gene  de  bu  soruyu  sormakta  haklısın. Nerden  çıktı  şimdi  bu  Fagin? Şöyle  söyleyeyim, edebiyat  öfkeden, intikam  arzusundan, ama  en  çok  da  kefaretten  ve  bağışlanma  isteğinden  çıkmıyor  mu?  Bunların  hepsi  tek  bir  şeye  bağlanır. O  da  intihar. Yakın  bir  zamanda  William  Gaddis’in  kitabı  Agapeye  Ağıt’da  da  gördüm  bunu, bu  arada  ‘demir  leblebi’  diyorlar  Gaddis’e, işte  o,  ölümle  burun  buruna  Thomas  Bernhard’ın  gölgesi  gibi  kuruyor  bu  son  eserini.  Çünkü  edebiyat  böyle  bir  şey, ölünceye  değin  (ve  öldükten  sonra  bile)  dünyadaki  varlığımızla  ve  dirsek  temasında  olduğumuz  herkesle  yakından  ilgili... Niçin? Çünkü  ‘iletişim’  dediğimiz  şey  böyle, yani  tehlikeyle  ilintili, intiharla  ilintili. Nasıl  diyeyim, yakınlaşmalarımızla, yakın  oluşlarımızla  ilintili, can  yakıcı  bir  şekilde. İletişim  yani  edebiyat  can  acıtıcı  bir  şey… Fagin’de  benim  için  yazılmamış  olanı  yazıyorum, ölümsüz  hayaletlerle  savaş, evet  bu  ölmeyen  hayaletleri  sahneye  çıkarıyorum  tekrar. Öç  mü  alıyorum, evet. Bağışlanma  mı  dileniyorum, evet  evet, hem  de  nasıl… Hem  de  nerede, herkesin  yazıyla  ve  yazarla  ilgili  her  gün  fetva  verdiği  kibirli  edebiyat  dünyasında, safi  kibir  gösterisine  dönüşmüş   bu  kültürel  dünyada.  Neyse  ki  bu  kibrin  dışındayım  Fagin’le.  Yani  bu  Fagin  benim  kibirli  büyük  dünyanın  ve  piyasanın  dışında  olduğumun  da  bir  göstergesi.  

Kelime  anlamıyla  hiç  oynamamışsın  Fagin’in  ya  da  felsefe  yapmadan  salt  benzetmeyle  çocukluklarımızı  gasp  eden  bu  suç  terimini  ya  da  her  ebeveynin  kabusunu  roman  olarak  yakalamak  nasıl  aklına  geldi?

Felsefe  yapmadım  mı… Ama  her  şey  bir  araştırma  konusudur, bu  roman  da  öyle. Fagin  nedir? Hepimizin  çocuk  olduğu  gerçeğidir. Yani  bu  durumda  hiyerarşik  sıralama, ebeveynlik  falan  yok, sadece  Fagin  var. Bilmem  anlatabiliyor  muyum. Çaresiziz, sonu  baştan  belli  oyunu  oynuyoruz, bunu  yapan  nedir, doğmuş  olmamız. Düşünsene  rasgele  kişileriz  biz, spermle  yumurtanın  eseri. Bir  biyoloji  harikası, sonra  da  aklı  başında  toplumsal  yaratık. Peki  böyle  olmayı, böyle  şekillendirilmeyi  istedik  mi. Hayır, ne  münasebet, kesinlikle  hayır. Şimdi  bu  durumu  en  güzel  Andy  Warhol  felsefesi  açıklıyor, diyor ki: “Doğmak  biri  tarafından  kaçırılmak  gibi  bir  şey. Sonra  da  köle  olarak  satılmak. İnsanlar  her  dakika  çalışıyor, çark  hep  işliyor, öldüğümüz  zaman  bile…”  Neye  bağlanıyor  her  şey,  çalışmaya  bağlanıyor, peki  kimin  için  Fagin’ler  için, insanı  beleşe  çalıştıran  Fagin’ler  için, şimdi  diyeceksin  ki  Fagin  kapitalizm  mi, evet  aynı  zamanda  odur, bizi  yani  daha  baştan  köle  olarak  satılan  çocukları  sömüren, üstümüzden  geçinen, hayatımızı  ipotek  altına  alandır. Kısaca  hepimiz  Fagin’e  satılmış  durumdayız, bize  iyi  kötü  bakan  gözeten  o.  Fagin’in  yuvasındaki  çocuklarız  hepimiz. Sen  kabusumuz  diyorsun, evet  kabusumuz… Aslında  sen  Oliver  Twist’in  de  sonunda  Fagin’den  kurtulduğuna  bakma, çünkü  kimse  Fagin’den  kurtulamaz. Tamam, tek  bir  şey, tek  çıkış  var…  Fagin’den  kim  kurtulur? Sadece  intihar  edenler  kurtulur, benim  Suat  gibi, ki  Suat’la  ben  aynıyız. Her  şeyimiz  ortak, intiharımız  da  ortak…. Doğrudur  kelime  anlamı  o  kadar  da  ilgilendirmedi  beni  Fagin’in. Öte  yandan  Fag hag  da  normatif  anlamıyla  eşcinsel  erkeklerle  takılmaktan  hoşlanan  heteroseksüel  kadınlar  oluyor. Yani  ibneseverlik… Ama  o  yoldan  gidersen  çok  kategorikleşir  her şey…  ve  aslında  bunun  tersini  yapmaya  çalışıyorsak… 

Kendi  vb. politikası  gündemi  olan  romanlar  yazdın…Tarihe  ya  da  bugüne  yarına  girmeden  takvim  anlamıyla… Senin  insan  ve  hayat  takvimin  nedir, ve  hangi  yıldasın? Ve  çağda?

Doğru, her  şeye  kendimi  karıştırdım, takvim, kronoloji, çağ  hepsi  birbirine  girdi. İşte  benim  gerçeğim  de  bu. Elimden  başka  bir  şey  gelmiyor… 

İlk  defa  bu  denli  kasvet  bir  romanda  beni  çekti  ve  sürükledi… Okurların  için  de  farklı  bir  deneyim  olabilir  mi  bu?

Bu  dediğin  çok  önemli, karanlık  çekim  gücü, kasvetin  seni  sürüklemesi  bir  deneyim  olarak. Evet  işte  okuyan  herkesin  böyle  sürüklenmesini  ve  iyice  kaybolmasını  istiyorum  galiba… Çünkü  bir  de  benim  yani  şu  gariban  yazarın  nasıl  sürüklendiğini  düşün. Ama  sonunda  tıpkı  aşk  gibi  benim  deneyimim  senin  deneyimine  karışmış  oluyor… Her  şey  birlikte… Seni, beni  alıp  götüren  karanlık  çekim  gücü  derken  bu  aslında  çöküntüden  kurtulmanın  tek  yolu…. o  karanlık  enerjinin  ortaya  çıkarılışı. Bir  de  böyle  şeyler  neşeli  tabiatlı  insanların  harcıdır, bak  bana  ne  kadar  şen  biriyim,  beni  tanıyan  herkesin  söylediği  gibi…

Fagin  kuzey  Ege’de  geçse  de  egefil  ve  egeman, yani  kıtasever  değil  anlatıcı… Ege  Fagin’lerin  anayurdu  mu  sence?

Bu  anlatıcının  işi  denizle, Ege’yle  ya  da  başka  kıtayla  değil. Aslında  deniz  ölümle  olan  diyalogu  kuruyor  ve  bağışlanmayla. Karasal  katılığın, gaddarlığın  diyalogu  öldürdüğü  yerde  deniz  konuşmayı  açıyor. Bana  göre  sadece  denizle  konuşabilirsin, yumuşaklık  ve  şefkat  sonsuz  denizde  ve  tabii  ki  bağışlanma  arzusu. Romanda  söylediğim  şey  o:  İnsan  olan  anlar  bunu. Yani  deniz  gibi  anlar  ve  bağışlar.

Altıncı  romanın  bu. Hepsi  içinde  sence  yeri  ne? Geriye  baktığında  takvim  sırası  doğru  mu  bütün  romanlarının?

Bu  romanın  bendeki  yeri  mi… sona  doğru  şefkat  ve  yumuşama…Fagin’le  bağışlanmak  istiyorum, zaten  ben  de  bağışlıyorum  her  şeyi. İşte  her  şeyin  aynen  böyle, yaşandığı  gibi  olması  gerekiyordu. Biri  gelir  bir  gün  seni  bir  filme  karıştırır  ve  aslında  o  filmde  son  sürat  ölüme  gidiyorsundur, öyle  ürkütücü, öyle  hızlı  bir  şekilde… Takvim  derken,  çizgisel  takvimden  bir  şey  anlamadığım  için  duygusal  takvime  göre  gidiyorum  herhalde…Ama  kendime  göre  önemli  bir  şey  daha  oldu, bundan  sonra  deniz  olacak, hep  deniz…

Gül  Baba  Çıkmazı?..

Kafanı  karıştırıyorum  böyle  sürekli… Bir  esinlenme  o, Tophane’de  gezerken öyle  aniden… Aslında  uzun  bir  bezginlikten  sonra, bıkmışlıktan  sonra…  işte  sen  de  ben  de  çok  iyi  biliyoruz  ki,  yaşadığımız  bu  yerde  her  şey  yazının  düşmanı  ve  yazan  insanın  düşmanı. Kurumlar  da  düşman, sade  vatandaş  denilenler  de… Zaten  benim  ölüm  nedenim  de  bu  düşmanlık  olacak. Aynen  öyle… Ama  bakıyorsun  hep  bir  şeyler  oluyor, daima  bir  şeyler  oluyor… mesela  yağmur  yağar, saçını  kestirmen  gerekir, paran  biter, dünyanın  bilmem  neresinden  çıkıp  gelmiş  birileriyle  tanışırsın, her şeyden  sıdkının  sıyrıldığı  bir  zamanda, yani  benim  için  tam  bu  zamanlarda…  bilmiyorum  işte  öyle  birden  kafanda  her  şey  dönmeye  başlar, yarı  rüya, yarı  gerçek… Bir  anlama  isteği, yazma  isteği, çıkmazlarıyla, babalarıyla… Zaten  Baba  olduğu  için  bir  çıkmazdır  ya  her  şey. Bilmiyorum,  Gül  Baba  Çıkmazı  yeni  bir  deneyim, yeni  bir  kitap  olabilir. Belki. Belki. Belki…

(kitap-lık dergisi, 2015)

semratopal.com

fagin semra topal ile ilgili görsel sonucu