Şeytan, MUAMMER YÜKSEL, roman 348 sayfa, 978-605-143-146-8, 14*22 cm, Temmuz 2021, 60 TL
Bir kadının bir erkeğe cinsellikte yapabileceği en büyük ihanet nedir? Ve erkek neler yapmıştır bunu hak etmek için?Murat ve Hande psikiyatristtir ve sevgilidirler. Mutlu ilişkileri Melis’in onların arasına girmesiyle değişir; Murat’ın profesyonel olarak başladığı seanslar kısa zamanda en karanlık korku ve tutkuların girdabında hepsini boğacak bir hale dönüşür.Murat çaresizlik içinde, bir dönem danışmanlığını yaptığı kesik penis cinayetlerini halen araştıran Salim komiserden yardım istediğinde çözüme bu kadar yakın olduğunu bilmiyordu. Ve Melis artık en büyük düşmanı ve en büyük arzusu haline dönüşmüş durumdaydı. Muammer Yüksel bu kitabında psikosomatik bir baş ağrısını araştırma adına başlayan basit bir analiz sürecini, kötü yönetilmiş seanslarla şekillenen ölümcül tutkuları ve ardına saklanan seri cinayetleri anlatmaktadır.
"Hazırım," dedi. Elini uzattı. Silahı benden aldı. Sonsuza dek yaşayacağına güveniyordu değil mi?Bu bir hata işte. Şeytana kim güvenebilir? Kim söyleyebilir ki o dosttur ve sırtımızı döndüğümüzde bize ihanet etmez? Ve şeytana tutsak olan kim?Ve şeytan kandırır bizi; hilelerle aklımızı çeler, yaptığının farkına bile varamayız, kendini göstermez, asla gün ışığına çıkmaz, biz onu ararken o bizim çevremizde dört dönmektedir, zafer çığlıkları atmaktadır; kedinin fareyle oynadığı gibi oynar bizimle.(Kitaptan)
1
Ben bir korkağım, acıdan korkuyorum. Ölmekten korkuyorum.
Sorumluluk almaktan korkuyorum.
Giysilerimi çıkardım, çırılçıplak boy aynasının karşısında durdum; kaslarıma baktım, tenimin altında devinimlerini izledim,
karnımda elimi dolaştırdım ve cinselliğime dokundum, aynada
sağa ve sola dönerek kendimi
izledim. Ayak bileklerime kadar bakışlarımı indirdim; tırnaklarıma ve yorgun ayaklarıma baktım.
Sol elimdeki yara
pansumanı benim korkaklığımın işareti. Suçumu anlatıyor bana. Ne denli lanetlik olduğumu…
Ama hâlâ erkeğim, hâlâ düşünebiliyorum
ve yüreğim hâlâ kanayabiliyor umarsız acılarla.
Bedenimi seviyorum; yaşamayı seviyorum; güneş doğarken evin balkonuna çıplak çıkıp esen sabah yelini
tenimde hissetmekten, tan yeri kızıllığından yepyeni bir günün doğmasını izlemekten hoşlanıyorum, yaşadığımı anlatıyor. Kışın lapa lapa kar yağarken daha fazla ayak
izi bırakabilmek için coşkuyla koşuyorum, kar dindiğinde kendimi yerlere
atıp yuvarlanıyorum. Korulukta
sakin sessiz uzun yürüyüşlere bayılıyorum; kayalıklardan denize
atlamak içimde
tarifi mümkün olmayan hazlar
yaratıyor. Güneşte tenim bronzlaştığında kendimi daha yakışıklı hissediyorum; saçlarım o zaman işte tenimin rengine
yakışıyor ve şakaklarıma akan teri silip, güneşlenmeye devam ederken
buz gibi bira ruhumu da umuda alıp götürüyor sanki. Denize giren güzel kadınları izlerken, onların da bedenlerine ulaşmak ve sonsuz sevişmelere tutsak olmak
istiyorum.
Ben hâlâ erkeğim ve hâlâ düşünebiliyorum.
Ve yaşam parmaklarımın arasından bir sabun köpüğü
gibi kayıyor, akıp gidiyor çok uzaklara;
reenkarnasyona inanmak istiyorum; yeniden canlanacağıma ve bu yaşamda yaptığım hataları bir daha asla
yapmayacağıma
inanmak istiyorum.
İtiraf etmem gerek; pişmanım, korkuyorum;
sessizlik bana ölümü çağrıştırıyor. Kırlarda koşmak isterken aynanın karşısında kendimi çıplak izlemek ve haz
duymak için uyarılmayı beklemek korkutuyor
beni. Birilerinin beni kollamasını, aklımdaki bu karmakarışık düşünceleri
düzene sokmasını, beni yatağa yatırıp, birkaç sakinleştirici ilaç verip, kapkaranlık bir uykuya yatırmasını istiyorum. Düşsüz bir uyku istiyorum; uyandığımda da her yan ne
olur güllük gülistanlık olsun. O gül bahçesine girdiğimde ayaklarımın altındaki toprak, yaşamı çağrıştırsın; her anından haz duyabileceğim bir yaşamı elime tutuştursun ve ben göğe çığlıklarla varlığımı, sonsuzluğumu haykırabileyim. Hatalardan
arınmış olayım, ölümsüz olayım; cennet bahçeleri için vaat edilenlerin
hepsini bu dünyada
elde edeyim. Bir peri gelsin ve beni benden çalsın; bana kendimi ve yaşadıklarımı unuttursun.
Yaşam hep ileriye akan
bir nehir; gürleyerek,
girdaplarla ileriye doğru
akıyor, akıntının gücüne direnebilmek
olanaksız, o büyük sona doğru akıyoruz, geri dönmek mümkün değil, nehirde asla
geriye dönemeyiz, tek yaptığımız bindiğimiz kayığın sağa sola çarpmaması için küreklere asılmak, çabalamak, çabalamak... Ama başarılı olamıyoruz; kayığımız büyük bir gürültüyle kıyıya çarpıyor ve biz paramparça kıyıya vuruyoruz ya da
dalgalar arasında
boğuluyoruz; bir tutam
hava için gözlerimiz açık gidiyor.
Yemin ediyorum;
cinselliğimde dolaşan ellerim bana korkumu,
yitirdiklerimi, yaptıklarımı ve aslında yapmamış olmam gerekenleri anımsatıyor. O nehirde geri dönüş mümkün değil, ben de hep ileriye hep ileriye
gitmek durumundayım.
Korkum bundan; ileride beni bekleyeni biliyorum: Ölümüm.
Ölümden öte kesinlik
var mı?
2
Kimliğimi gösterince kapıdaki polis geçmeme izin verdi. Suç mahalli beyaz, üzerinde ‘POLİS’ yazılı kalın naylon bantlarla çevrelenmişti. İçerde erkek maktule
ait ceset, göğsüne saplanmış bıçakla sırtüstü yatıyordu; her yan kan içindeydi. Herhangi bir
şeye dokunmamaya özen göstererek cesedin yanına yaklaştım. Maktulün pantolonu ve külotu
bacaklarından aşağı sıyrılmış, cinsel organı kesilmişti; ceketi özenle iki yana açılmıştı ve kesilmiş olan organ sarı renkli gömleğinin üzerine konmuştu. İlk görüşte göze çarpan bir diğer şey de; o mesafeden o
an kestiremediğim,
kanla yazılmış olduğunu sonradan öğrendiğim duvardaki yazıydı. Şöyleydi:
“678”
Yorumlar
Yorum Gönder