Bana aşk para inanç şöhret ve adalet yerine gerçeği verin



Into The Wild (Özgürlük Yolu) filmini çoğumuz bilir. 2007 yılı yapımı ve Sean Penn'in yönetmeni olduğu bu film, yazar Jon Krakauer'ın 1996 yılında çıkan ve Christopher McCandless'ın doğa serüvenlerini anlattığı aynı adlı bir kitaptan uyarlanan gerçek bir öyküdür. 24 yaşındayken trajik bir ölümle sonlanan Christopher Johnson Mccandless’in kısa ama sarsıcı yaşam hikâyesidir bu.

Christopher Johnson McCandless, 12 Şubat 1968 doğumlu çılgın gibi görünen, fakat oldukça sakin bir gezgindir.

Onun yaptıklarını duydukça, okudukça ve izledikçe, onun serseri olduğunu düşünülebilir. Ama öyle biri olmadığı kesindir. O sadece "Özgürlük Yolu" adını verdiği bir yolu seçerek "Her yol batıya gider" felsefesiyle bir serüven yaşamıştır.

Diğer birkaç yazarla birlikte etkilendiği insanlardan birisinin ‘Henry David Thoreau’ olduğunu söyler ve yanında bulundurduğu kitaplardan birisi de Thoreau’nun ‘Walden’ kitabıdır.

Filmde Mccandless’ın aile kurumuna, günümüz vahşi tüketim toplumunun modern insanının yaşam tarzına yaptığı göndermeler ve eleştiriler çok doğru tespitler gerçekten de.

Özgürlük Yolu filminde doğada tek başına yaşarken, yediği zehirli ot nedeniyle ölen Chris’in son gördüğü şey, Tolstoy’un yazdığı “mutluluk ancak paylaşıldıkça gerçek olur” sözüdür. Chris sürekli Thoreau ve Tolstoy okumasına rağmen, ölüm anına kadar bu satırı fark edemez; ancak Chris ölüp ekran aydınladığında bu satır fark edilir. Ve bu satırlar Thoreau’nun satırlarından başkası değildir.

“rather than love.. than Money.. than faith.. than fame..than fairness.. give me truth.”

“bana aşk, para, inanç, şöhret, adalet yerine gerçeği verin.”

McCandless’ın etkisinde kaldığı iki yazarın (Jack London ve Henry David Thoreau) vahşi hayata, yolculuğa ve gerçeğe bakışları çok net olmuştur. Bu anlamda Thoreau, ormana, Walden Gölü kenarına taşınmasını, kendine özgü bir şekilde yaşamayı arzuladığı, hayatın sadece asli gerçekleriyle yüzleşmek istediği ve bir gününü dahi olsa doğa kadar kendiliğinden yaşamak istediği şeklinde açıklar.

Her şeyi ama her şeyi arkasında bırakarak sade bir yaşamın kucağına, doğaya adım atan bu adam ve bu yolda adımlarını atarken öğreticisi ondan bir yüzyıl önce yaşamış ‘Henry David Thoreau’ydu.
Şehrin kaosundan uzaklaşmak, teknolojiden, modern dünyadan, sistemden, yüksek binaların arasında sıkışmış yaşamlardan, şehir insanlarının obur canavarlar gibi sürekli tüketmek, tüm güzel şeyleri yok etmek üzerine olan hayatlarından kopup doğaya dönmek günümüzde pek kolay değil aslında. Ait olduğumuz şehirleri bırakma cesaretimiz yok çünkü artık gidecek bir yerimiz kalmadı. Artık herkesten uzakta ıssız bir sahil bulup da oraya yerleşmek, uzaklaşmak, ıssız bir toprak parçasına izinsiz bir çivi çakmak bile imkânsız. Kalabalığız ve paranın gücü her zamankinden daha fazla.

Durum böyle olunca sistemden kurtulmak isteyen çağımız insanı ancak evini arabasını satmakla kalacaktır. Ayrıca teknoloji çağının yarattığı iletişim çılgınlığı insanları her gün geri dönülemez bir sonuca doğru sürüklediği aşikardır. Her gün onlarca yeni şey görüyor, gördüklerimize özeniyor ve bize birer güç sembolü gibi gösterilen sayısız ürüne birer köle gibi bağlanıyoruz ve 21. yüzyılın icadı kariyerlerimizin ucunda hep daha fazlasını elde etme arzusu yatıyor.

İnsan da dahil olmak üzere tüm canlılar mistik doğanın bir parçasıdır ve mutluluk doğaya yakın yaşamdadır belki de...

Doğayı sevmekten, orada hem huzur hem heyecanla yaşama düşüncesinden vazgeçemeyiz.
Into The Wild filminin açılışında ekranda akan Lord Byron’ın dizeleri pek çok şeyi açıklıyor gibi:

‘Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır;
bomboş sahillerdeki coşkudadır;
insan elinin değmediği bir yerdedir;
derin denizlerin gürleyen müziğindedir;
insanları az değil ama doğayı daha çok severim.’

Daha yaşanabilir bir dünya için, neler yapabiliriz diye ve ayrıca özgürlük yolunda ilerleyenleri biraz daha anlayabilelim diye ‘Henry David Thoreau’nun kitaplarından birini muhakkak alalım. Sonra bir kahve yapalım kendimize, mümkünse aydınlık bir pencere kenarına oturalım.

Yolda da olabilirsiniz; o halde çıkarın çantanızdan kitabı, okumaya başlayın. Gürültüden rahatsız mı oldunuz, kitap okumak için çareler tükenmez. İnin bir durakta, mümkünse şehirden uzakta, bir ağaç gölgesinde, rüzgârın ılık sesiyle birlikte bir solukta okuyun.

EMİNE EBRU