Öğretmenim


BİR GECE sinemaya gittik. Filmin yarısında elektrikler kesildi. Beklemeye başladık. Süre uzadıkça uzadı. Havalar serinlemeye yüz tuttuğundan yanımızda hırka gibi şeyler getirmiştik. Giyindik.
O sırada sinemacı Kemal geçiyordu yanımızdan. Annem: "Kemal Bey," diye seslendi. "Artistlere sor bakalım. Üşümüşlerse üstlerine bir şeyler verelim. Acıkmışlarsa onları da sen ayarla." Sinemacı Kemal, kalın kalın güldü. "Üzülme Ayşa'nım Teyze, onlar kutularında sımsıkı duruyorlar. Üşümezler. Oruç tutuyorlar üstelik. Acıkmazlar ki."
Annem hemen cevabı yapıştırdı:
— Aman Kemal Bey kardeşim, sen öyle diyorsun, ama bunların hepsi gâvur. Orucu nereden tutacaklar?
Kemal Bey yürüyüp gitti. Karşılık verecek söz bulamamıştı.
Elektrikler gelmemiş, sinema dağılmıştı yavaş yavaş.
Gülüşe gülüşe evin yolunu tuttuk. Asfalta çıkınca da komşu kızlar, ayakkabılarını ellerine aldılar. Yürüme yarışı tutturdular bir. Evimiz "Aile Sineması"ndan oldukça uzaktaydı. Eski adı "Şahinköy" olan Şahin Mahallesi'nde...
Yatmadan önce evin önünde karpuz yedik. Komşu kızları Süheyla ile Sevim "sağolun" diyerek gittiler.
Ayakları ziftten simsiyahtı. Az sonra tulumbaların sesi geceyi böldü. Ayaklarını yıkıyorlardı tulumbada.
Oysa asfaltın zifti çıkmazdı ki!..

ÇIRÇIRLARA pamuk gelmez olunca işimize son verdiler. Hesapları kesilen kadınlar, kızlar, çocuklar üzgün üzgün, başları önlerinde kapıdan çıkıyorlardı. Fabrikanın önü öbek öbekti insanlarla. Dereden tepeden konuşuluyor, bundan böyle ne iş yapacakları tartışılıyordu. Akıl verenlere de kızgın birisi "Akıl verme hele, para ver. Akıl vermek kolay, para vermek zor. Aklı sen kendine sakla. Paradan haber ver paradan," diyerek saldırıyordu.
Şuradan buradan derken Kara Ummanı için iki genç kapıştılar. Birden birisinin elinde bir bıçak parıldadı. Kalkmasıyla karın bölgesine saplanması bir oldu. Genç yere yığıldı. Çevredekiler "Tutun, kaçıyor, yakalayın!" diye bağırırken, yerdeki can çekişti. Son soluğunu veriverdi oracıkta. Başına üşüştüler. Baktım, şalvarının üst yanı kıpkızıl kandı. Hemen anasına haber uçurdular. Yaşlı kadın saçını başını yolarak geldi.
Ölünün başında dövünüp duruyordu.
Kadınlar hep birlik ağıt yakıyorlardı. Eve dek erkekler taşıdılar. Yıkanıp kefenlenesiye değin tükendi yaşlı kadın. Eridi aktı sanki.
Tabut omuzlarda uzaklaşırken polis Galip yaşlı kadıncağıza yaklaşıp: "Üzülme ana," dedi, "katili yakaladık."
Kadın duymuyor gibiydi. Körlenmişti, görmüyordu sanki.
İnce bir inilti, ince bir ağıt çıkıyordu dudaklarının arasından.
Kalabalığın ardından mezarlığa dek yalınayak gitti. Ortalığı derin bir yas bürümüştü. Çıt yoktu gökyüzünde.

KOCAMAN olmuştu boyum. Aklım daha şu kadarcık. Her pazar sinemaya dadanmıştım. Önce bir bir dolaşırdık arkadaşlarla sinemaları. "Ormanlar Kralı" ya da "Tarzan" oynardı hep. Tarzan kaç kez bağırıyor diye sorardık bizden önce girenlere.
— Beş kez bağırdı!
— Yaramaz.
Bir diğerine giderdik:
— Kaç kez bağırdı Tarzan?
— Altı.
— Bu da yaramaz.
Yedi ya da sekiz kez bağıran Tarzan varsa ona giderdik. Bağırtıyı duydukça coşar, el çırpardık. Günebakan çekirdekleri ağzımızda, filmi ıslıklardık. Timsahları görünce korkardık. Ama Tarzan hep timsahları bıçakla öldürürdü. Suyun yüzünde kıpkırmızı bir kan görünürdü.
Film bitmeden mutlaka bir kavga çıkardı. Tarzan'a kötü bir söz eden olurdu bazen. Çocuğun ağzını çarşamba pazarına çeviriverirlerdi o saat. Ben sandalyelerin altına girerdim, gazoz şişeleri başıma rastlamasın diye. Kol adalelerimi yoklardım bir. Şişirirdim. Kavgacıların arasına girsem, beni de haklarlardı. Korkardım kavga dövüşten. Yine de içimden hepsini haklamış olmayı düşünürdüm. Balkonda kızlar olurdu. Ah bir haklayabilsem kavgacıları... Nasıl da caka satacaktım kimbilir.
Işıklar yanar, kavga bitesiye söndürülmezdi. Birkaç çocuk karga tulumba dışarı atılır, küfürler, sesler yatışınca film yeniden başlardı. Birkaç sahne atlamış olarak.
Son gidişlerimden birinde ben de kavgaya girişmiştim. Polise yansıdı durum. Polis bizi aldı, et arabasına koydu. Doğru Çağlayan'a. Orada giysilerimizi soyup çırılçıplak bıraktılar bizi. Donsuz gömleksiz. İki-üç saat sonra gelip aldılar. Evlerimize dağıttılar bir bir.
Onun gömleği bana, benim iç donum ona.
Bir güzel sopa yedik annelerimizden. Bir daha kavga mı, tövbeler olsun. Tarzan kaç kez bağırırsa bağırsın, bana ne?
(...)





Yorumlar