Küçük kum tanecikleri



Küçük kum tanecikleri

RAŞEL RAKELLA ASAL

Çılgın dalgalar, kendilerine yüksekten bakan yalçın kayalıklara şamar atarlar… Deniz atar tokadını toprağa bütün kuvvetiyle… Oysa heybetlidir granitler.  Kuvvetli bir o kadar da büyük ve güçlüdürler.  Döven de, dövülen de güçlüdür kendi dünyalarında.

Ama ya kumsallardaki kumlar!  Kayaların dayanıklı güçleriyle karşılaştırıldıklarında kumlar nedir ki? O ucu bucağı yokmuş sanılan kumsallarda her şey başkadır.  Deniz karayı öper, okşar.  Kıyıya vurup yanlamasına kırılan uzun beyaz dalga sıraları adeta bir annenin yavrusunu kucaklayışı gibi yalar kumsalı.

Deniz dümdüzdür. Bir adam yürür kumsalda.  Çıplak, kocaman ayakları, tam denizin karayla birleştiği noktada.  Bazen bir ayak suda, öteki ayak kumda. Bazen her ikisi de kumsalda veya her ikisi de denizde.  Sıvalı paçaları, keyifle, foşur foşur ilerler, ayaklarıyla incecik kum tanelerini itip ilerler adam.  Geride, ayak izleri sıralanır.

Dört yaşlarında bir çocuk.  Hala parmağını yalayan bir çocuk.  Kıpır kıpır bir şeyler duyumsayarak koşar, oynar, deniz kabukları toplar.  Bakışlarında bir muzurluk pırıltısı, içten gelen parlak bir şevk. Sonra yuvarlak, beyaz bir taş bulur.  Kumların içinden fışkırmış bir taş.  Onu almak için uzanır.  Taş uzar, upuzun, beyaz, iki başlı bir şey olur.  Çocuk sevinir.  Dünyada bulunmanın mutluluğunu, aniden bulduğu bir nesneden aldığı gönenci annesine göstermek için sıçraya sıçraya ilerler.

Dik güneş ışığının eğimli ışını su çizgisinin üst kısmındaki kumları kemik beyazına çevirerek kumsal vurur.  Bir deniz kuşu ıpıslak kanatlarıyla uçar; kanatlarını sessizce kapatarak döner, ince bir şerit gibi denizin sularına dalar.  Bir esinti, kuru kum tabakası boyunca plaji yalayıp denizin üzerine iner; suyun yüzeyini, madeni parıltılı küçük dalgacıklarla hareketlendirir. Titrerim.

Dümdüz ayna gibidir deniz.  Sade ve pırıl pırıl. Tam denizle karanın birleştiği o oynak çizgide kumdan oymalar yapar dalgalar.  Bir ileri… bir geri.

Işıl ışıldır bu küçücük dalgalar.  Kumsala değmekten utanıp hemen geri kaçarlar, sonra dayanamayıp birbirlerini ite ite yine gelirler.

Çabucak  kırılı kırılıveren ufak dalgacıklar. Her şey yumuşacık, her şey tatlı, her şey yuvarlaktır kumsallarda.

Pırıl pırıl denizde, sayısız kum tanecikleri.  Toprağın ufacık, minik zerrecikleri … Kimsenin tenezzül edip saymadığı, milyonlarca ufak, minik dünyacıktırlar.  O kadar zavallı, o kadar zayıf, o kadar ehemmiyetsizdirler ki onlar.  En ufak bir titreyiş, altüst eder küçük dünyalarını.  Yığılırlar üst üste kum tanecikleri.  Üzerlerinde, derin yaralar gibi, sabah gezintilerini kumsalda yapan tatilcilerin ayak izleri kalır.

Küçük kum tanecikleri.  Küçük dünyalar. Ufak zerreler.

Kayalar;  heybetli, vahşi ve kuralsız mesafeli görüşlerinin altında erişilmez duruşlarıyla bize tepeden bakarlar.  Oysa kum tanecikleri elimizin altında, yanı yanıbaşımızdadırlar.  Bizlerle beraber nefes alıp verirler.   Bir serçe basıp çiğner kum tanelerini.  Kum taneciklerinin dünyasını altüst etmeye yeter

Küçük kum tanecikleri, küçük dünyalar.

Bir çocuk gibi bakarım kum taneciklerine ve her zaman büyülü bir sevinç duyarım onlarla birlikte dünyada olmaktan.

O çocuğu düşündükçe bir kez daha sıradan şeylerin rahatlığı karşısında hayrete düşerim. İçimde hala o çocuğun bir parçası var. Tıpkı çocuklar gibi kendinize sebepsiz sevinçle yaratın.  Bizler asla büyümeyelim. Bu küçük çocuğun küçük dünyasını içimizde hep taşıyalım.   Her neyse, ben hiç büyümeyeyim.

Ağustos, 2018
www.kentyasam.com

Yorumlar