Bu bir kedi romanı. Ama aynı zamanda romanesk bir fabl. Hayvanlarla ortakyaşamımızın bir üst seviyeye çıkarılmış bir hikâyesi. Hayvanların masumiyetlerini, bu ortakyaşamla ilgili görünmez anayasaya harfiyen riayet etmelerinin ötesinde "İnsanlığın" haltlarına karşı sessiz ve kör olmadıklarına dair, dünyevi rehberliklerini daha da açığa çıkaran bir roman Bizim Kedi Kükredi. Hiç vakit kaybetmeden yazarına sorularımızı yönelttik. (Kafekültür)
Kendinize ve gazetecilik mesleğinize dair özgeçmişinizi hatırlayacak olursak sizce ana başlıklar neler olabilir?
Gazetecilik insanın savunma sistemini güçlendiren bir tutku. “Gazeteci olunmaz, doğulur” tekerlemesine inanmadım. Çok gezen, çok okuyan, heyecan ve merakını 25 saat koruyan ve de yaşayabilen herkes gazeteci olur.
Lise gazetesini çıkartırken duyduğum heyecan, 60 yılı aşkın süredir devam ediyor desem yalan olmaz. Gazi İletişim Fakültesi ve UMAG’da gazeteci adaylarına ders verirken, ilk günkü heyecanımı onlara geçirmeye çalıştım ve hala çalışıyorum. İlkeli, etik kuralları önceleyen, editoryal bağımsızlığı sarıp sarmalamış her gazete, hayallerimi hala süslüyor. İyi ki mesleğimin 32 yılını, Hürriyet’in Rönesans
Dönemi’nde yaşamışım.
İyi ki gazeteci olabilmişim.
Kitap olarak BİZİM KEDİ KÜKREDİ sanırım ikinci kitabınız "Yaşadıklarım Yazmadıklarım"dan sonra. Kitap serüveninizi sizden kısaca dinleyebilir miyiz?
Aslında gazetecilerin, hele hele iddialı gazetelerde çalışanların, roman-hikaye- tiyatro gibi alanlarda bir şeyler yazmaları hem zor, hem de gazete yönetiminin izin vermesi şart. Eğer mesleğinizi çok seviyorsanız, benim gibi tatil günlerinde dahi gazeteye gelir çalışırsınız. Çünkü gazetelik 24 değil, 25 saatlik bir meslek dalı. Gün biter ama habercilik sürer. Tabii her meslekte olduğu gibi gazetecilikte de bir bitiş çizgisine ulaşılır. Hürriyet gibi dev bir gazetede sorumlu yerlerde gelmişseniz eğer, bazı özel şeyler de “gizli küçük çekmeceler”de saklanmış olabilir.
Emeklilikten sonra anılarımı gün ışığına çıkarmayı aceleye getirdim. Ve kalp ameliyatından sonra “ne olur, ne olmaz her an ölebilirim” saikiyle çala-kalem anılarımı yazmaya karar verdim. Hem eksik oldu, hem bazı dengeleri tutturmadığımı kitap yayınlandıktan sonra anladım. Bazı meslektaşlarıma fazla, bazılarına hak ettikleri halde az yer verdiğimi anladım.
Anı kitabımdan sonra yine Hürriyet’te çalıştığım sırada, site bahçesinde yaşayan kedileri beslerken, duygular-gözlemler yanında hayvanlara karşı insanların kötü davranışları beni not tutmaya teşvik etti. Herkes hayvan sevmek zorunda değil ancak sınırsız kötü davranma tavrı da savunulamaz. Hayvanlara karşı giderek kabaran kin ve nefret suçunun adeta bir salgın haline dönüşmesi de beni kitaba yöneltti.
Bu bir kedi romanı hiç kuşkusuz. Meslektaşınız Oktay Ekşi, kitabın arka kapağında da yer alan kısa yazısında kitabınızla ilgili -roman yazmanızla ilgili- şaşkınlığını bildiriyor övgülerini eksik etmeden... Siz şaşırdınız mı peki gazetecilikten edebiyata transfer olurken?
Bizim Kedi Kükredi kitabımın ham halindeki notları, ileride romanlaşabilir diye bir hareket noktam olmadı. Aslında “gazetecilikten-edebiyata transfer" tanımlaması çok onur verici ama benim öyle bir iddia ile yola çıktığım söylenemez. Evet, bir gazeteci büyüğüm olan sayın Oktay Ekşi şaşkınlığını haklı olarak dile getirmiş. Çünkü aktif bir gazetecinin emeğini ikiye bölme hakkı yoktur. Hele hele iddialı, çaplı-sorumlu ve Amiral Gemisi adını alacak kadar ünlenmiş Hürriyet gibi bir Gazetede çalışıyorsanız.
Sayın Ekşi de sanırım ilk anı kitabından sonra daha yeni yeni gazetecilikle ilgili ikinci kitabının basım aşamasında.
İstisnalar olamaz demiyorum. Amma…
“Edebiyat, edebiyatçıların ve bu yolda kendilerini adayanların işidir” deyip parantezi kapatmak en doğrusu galiba.
La Fontaine'in fabllerinden G. Orwell'ın Hayvan Çiftliği romanına uzanan bir yelpazede BİZİM KEDİ KÜKREDİ'nin bu evrim geleneğinin son zincirinin bir halkası olabileceğini düşünüyorum... Kuşkusuz sembol, metafor, alegori olarak edebiyatta hayvanların temsili genelde insan sorunlarına ilişkin gerçekleşiyor tarihte ve günümüzde... Bu konuda romanınız hakkındaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
Hareket noktamda, her hangi bir amaç, metafor ve alegoriye dayanan bir hedefim yoktu zihnimde. Hayvanlar alemine doğru yürüyüşüm, aynı zamanda son yarım asır boyunca insanlarımıza, halkımıza ve ezilenlere karşı yapılan, baskı-kötü davranma ve haksızlıklara karşı bir başkaldırı.
60 yıllık gazetecilik yaşamımda, her ne kadar bağımsız, tarafsız, yansız, (haber-röportaj-söyleşi ve fıkra) yazmış olsam da, ülkemi yönetenlere “ağız dolusu” haykırma şansım hiç olmadı, ahlaken olamazdı zaten. Çünkü yazdığım hiçbir haberde tarafsızlık ilkemi zedeleyemezdim. Etik kuralları çiğneme şansım olamazdı.
Bizim Kedi Kükredi adlı kitabımı kaleme alırken birikmiş haksızlıklara karşı isyanımı, hayvanlar sayesinde dile getirerek bir başka gezegene yolculuk yapmış hissine de kapılmadım diyemem.
Belki de her tarafsız-yansız gazeteci gibi mesleğimi sürdürürken, içimde hapsettiklerimi dışa vurum fırsatı saydım.
Hayvanların naif, daha duygusal hallerini seyrederken, insanlar gibi kör ihtirasların peşinden koşma gibi hedeflerinin olmadığını, aksine, önlerine konan bir ciğer parçasını mutluluklarına nasıl katık yaptıklarını fark ettim.
Bu fark ediş, hayvanların da seslerini duyurma platformların ulaşması gerektiğine beni sevk etti.
Bu nedende hayvanlar üzerinden insan haklarının dile getirilmesi, bu hakların kutsallığı ve haykırılması gerektiği sembolize edildi bu kitapta.
Kükreyen Kedinin devamı sizce gerekmez mi?
-- Hayvanlar için her şey gerekir. Onlar için çıkarılan ve çıkarılacak olan kanunların hiç biri tatmin edici olmaz ve olamaz Bu kitabın yazıldığı süre içinde ikinci bir hayvan hakları yasası henüz çıkarılmadı. Hayvanlara işkence eden ve onları katleden “gerçek hayvanlara” karşı hapis cezası içeren yasa taslağı, hala TBMM raflarında duruyor. Umarım kısa zamanda çıkar ve yürürlüğe girer. Ama yine birilerinin hayvan haklarını savunan kitap-roman- araştırma yazması fazla sayılmaz.
Yorumlar
Yorum Gönder